
Geçmiş bir zamanda aramızda ele aldığımızı hatırladığım bir konu buna çarpıcı bir örnek.

Nedendir ve ne kadar süredir bilinmez, "nokta"yı daire şeklinde simgelemek gibi bir alışkanlık içindeyiz. Üç boyutlu olarak gösterilmek istendiğinde ise, bir küre ile, bir balon ile veya bir oyun topu ile simgelene gelir.
Nokta birkaç anlama ya da kullanım şekline sahip: cümlenin bittiğini gösteren işaret, çeşitli alfabelerde harflerin etrafına konarak yeni harfler üretilen ilaveler, belirli bir konum, an ya da husus, rakamlar, notalar vb arasına eklenen ondalık, hane, kısım, zaman, ses ayracı vs. Fakat bunların hiçbirinin tarifinde noktanın daire olduğu yazmaz. Acaba içimizdeki bu alışkanlık ya da eğilim yanlış anlatımların bizlerdeki kalıntısı mıdır? Tıpkı "sınır" dendiğinde aklımıza bir çizginin gelmesi gibi. Oysa sınır bir çizgi değil, iki şeyin bitiştiği ya da birinin bitip diğerinin başladığı, kimi zaman net ama sıkça da muğlak bir hattır.
Peki, aslında nokta nedir?
Oluşmuş ya da oluşturulmuş yuvarlak lekeler de en çok benzettiğimiz şey ile adlandırılıyor: "nokta". Osmanlı Türkçesi lügadında bunlara "benek" de dendiğini görüyoruz. Diğer birçok dilde farklı yerlerde farklı isimlerle (İngilizcedeki "point", "dot", "full stop" ve "period" gibi) kullanılsa da hepsi aynı nokta; en azından bugünkü kullanımları böyle. Bu sebeple; belli bir anlamda kullanıldığında şekli şöyledir, diğer durumda böyledir, denemez. Eski matbaa sistemlerinde ve bilgisayar yazı karakterlerinde baskı tekniğinin doğası gereği çoğunlukla daire şeklinde oluşturulmasından ötürü modern sözlüklerde "yuvarlak işaret" ifadeleri de var. Ancak, temel olarak nokta, tek bir darbenin oluşturduğu lekedir; fazlası başka bir şeydir. Dolayısıyla, en çok üretilen şeklini örnek alırsak bir kalem ile kâğıt üzerinde oluşturduğumuz darbelerin hiçbiri yuvarlak değildir. Yüzyıllardır hiçbir yazar, hiçbir şair, hiçbir bilim insanı cümlelerini bitirirken noktayı daire şeklinde yapmaya çalışmamıştır. Çünkü nokta sadece bir simgedir ve yazı sistemlerinde simge olarak kullanılırken, görülebilecek şekilde olması beklenir, sadece. Mümkün olduğunca tek darbede ve en küçük şekilde oluşturulmalıdır. Müzisyenlerin bir besteyi notalamaya çalışırken noktaları daire şeklinde yapmaya çalıştıklarını bir düşünsenize… Görülebilmesi için koyulaştırmaya, irileştirmeye çalışmak zorunda kalmamız noktanın ne olduğunu değiştirmez.
Nokta ve daire felsefenin temellerinde de ortaya konan ayrı ayrı kavramlardır. Felsefede ve antik sembollerde "daire içinde nokta", "daireleştirilmiş nokta", "noktalı daire" şeklinde tercüme edebileceğim kavramlar mevcut. Noktanın bir dairenin içinde kullanılmasındaki kaygı, ikisinin aynı şey olmadığını anlatma ya da şekille gösterme çabasıdır. Antik Mısır'da ve Yunan'da gördüğümüz bu noktalar elbette ki tanrıyı ya da tanrısal bilinci, daireler evreni, ikisi beraber ise insanı simgeliyordu ve yine elbette ki kimi gruplar tarafından ileriki dönemlerde bu anlamlar evriltilerek tekrar tekrar kullanıldılar.
Buradaki daireyi bir kenara bırakırsak, nokta "mükemmele en yakın", "en basit" ve "mükemmel olmaktan en az uzak" sembol olarak bilinir. Üzerinde hiçbir şeyin olmadığı boş bir kağıt gibi bir yüzeyde nokta ile yani mükemmel bir darbe ile bir süreç, yani zaman başlar. Nokta olmadığında zaman da yoktur. Böyle bir mükemmel hareket ile başlayan sürecin sonunda beyaz kâğıt yüzeyinde anlam oluşur. Kâğıda bir çizgi de çizebilirsiniz fakat mükemmel olandan bahsediyoruz; çizgi mükemmel olmaktan uzak olduğu gibi, ayrıca o da sonsuz sayıda anın yani herbiri bir nokta içeren anların bileşkesidir, zamandır.
Yansımalar serisi resimlerimde de insanın gerçeği örtmesi ile anlamın oluştuğunu anlatıyorum. İnsan dürtüleri birbirleriyle de etkileşerek zamanı yaratıyor ve yokluk uzayında bütünlüğe bir mana katıyor.
Konumuza geri dönersek…
Peki, nokta eğer bir darbenin bıraktığı iz ise, bu "bazen bu izi görmeyebiliriz" demektir. Öyleyse, kağıt üzerinde gözle görülemeyen bir noktanın var olduğunu nasıl bileceğiz? Eğer bir şeyi göremiyorsak ya da belirleyemiyorsak onun varlığından bahsedebilir miyiz? Nokta eğer bir malzeme ile, örneğin kalem ile oluşturuluyorsa o malzemeden bir kalıntının yüzeyde bulunabiliyor olması gerekir. Tespit edemediğimiz nokta ya beyaz renkte ise? Ya kalemin mürekkebi gibi herhangi bir kalıntı söz konusu değilse? Üstelik, hep verilen örnek gibi; fosiller bir canlının var olduğunu kanıtlasa da, o canlının şu an var olduğunun kanıtı değildirler. Ya da belirleyemeyeceğimiz nitelikteki canlıların fosillerini bulamıyor olmamız, o canlıların var olmuş olmadığının ispatı olmayacağı gibi bugün var olmadıklarını da göstermez. Bir toz tanesinin yüzeyde yarattığı bir iz bizim için ideal bir nokta. Ama bir bakteri için devasa bir çukur. Bu gibi zihin jimnastikleri, cevap arayan bireylerin her birini, ilgili öğeleri nasıl tanımladıklarına bağlı olarak farklı görüşlere ulaştıracaktır. Bu yüzden felsefeciler ileri sürdükleri buluşlarını en detaylı şekillerde ve çeşit çeşit yöntemlerle izah ederler ki, varlığını ortaya koydukları şey herkes tarafından tespit edilebilir olsun.
"Nokta" deyip geçtiğimiz bir olgu bu kadar karmaşık fakat bir o kadar da zihin açıcı olabilir. Pratikte ise, bütün bu karışıklıklardan sıyrılmak istememiz gayet normal. Fakat noktanın tarifini neden değiştirip basitleştiremeyiz? Bunun cevabı, felsefi tartışmaların yanı sıra onun aslen matematiğin ve geometrinin temel bileşenlerinden biri olmasında yatıyor. Aslında nokta, yaşamımızda kullandığımız tüm anlamlarını matematikteki anlamından alıyor. Günlük hayattaki kullanımlar sadece matematiksel bir sembolizm. Başkaca hiçbir şey değil. Her rakam ya da her sayı, pi sayısı ya da 4/3 gibi ifadelerin aksine, belirli bir eksen üzerindeki bir noktanın karşılığıdır. 1,9 ondalık sayısı belirli bir noktaya karşılık gelirken sağına sonsuz sayıda 9 eklediğinizde, bu artık kontekst için yaptığınız tanıma bağlı olarak belirli bir aralığa karşılık gelir ama asla 2 sayısının konumu gibi net olamaz. 9'ları sonsuz sayıda ekleyip 2'ye giderek daha da yaklaşabileceğimize fakat asla ulaşamayacağımıza göre, 2'nin herhangi bir genişliğinden ya da uzunluğundan da bahsedemeyiz. Dolayısıyla nokta uzayda yer kaplayan bir şey değildir. Üç boyut mekân, iki boyut yüzey ve tek boyut çizgi olarak örneklendirilirken noktanın boyutsuz olarak kabul edilmesi de bu yüzdendir.
Felsefeci değilim; bu konulara daha fazla girme yetkisini kendimde görmem. Burada yazımın giriş kısmında belirttiğim, beni bu sorgulamalara iten "nokta"lara dönmek isterim.
İnsan beyninin en verimli çalışma ve üretme yönteminin bizim görsel hafıza olarak nitelendirdiğimiz nöral havuz üzerinden gerçekleştiğini artık kabul etmeyen yok. Doğal olarak, belli bir bilgiyi aktarmada, görsel malzemelerin kullanılması ve bu yapılırken içine eğlence unsurlarının eklenmesi de en doğal yöntemdir. Fakat bu süreçte hem sakıncalardan uzak durulmalı hem de getireceği fırsatlar iyi değerlendirilmelidir.
Kavramlardaki sembolleştirmelere dikkat edilmeli, eğer konu detaylıca bilinmiyorsa dışarıdan uzman desteği alınmalıdır. Semboller bir eğlenme aracı olarak değil, aydınlatıcı ya da eğitici bir sorgulama ve tartışma zeminini oluşturabilme aracı olarak kullanılmalıdır. Böyle yapıldığında, tek bir "darbe" ile başka başka alan ve kavramlar üzerine farkındalığın artması ve düşünsel düzlemin anlaşılabilmesi için sayısız kapılar açılması da sağlanmış olacaktır. Bu metinde "nokta" kavramından hareketle yapmaya çalıştığım gibi…
 
		 
		 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 2012 yılında Vakitsiz Vakitlerim sergimde "yansımalar" kavramı ile izleyicilerime sunduğum araştırmalarımda toplumun bütünlüğünü/parçalanamazlığını ifade etmiş, temel olarak üç olguyu vurgulamıştım: benlik dürtüleri, bu benlik dürtüleri ile oluşan insan şekillenmeleri ve bu şekillenmelerin saf gerçeği ve doğayı örtüp tüketmeleri. Ayrıca, mevcut aritmetik denge tüm insan şekillenmelerinin varlığına ihtiyaç duyar.
			2012 yılında Vakitsiz Vakitlerim sergimde "yansımalar" kavramı ile izleyicilerime sunduğum araştırmalarımda toplumun bütünlüğünü/parçalanamazlığını ifade etmiş, temel olarak üç olguyu vurgulamıştım: benlik dürtüleri, bu benlik dürtüleri ile oluşan insan şekillenmeleri ve bu şekillenmelerin saf gerçeği ve doğayı örtüp tüketmeleri. Ayrıca, mevcut aritmetik denge tüm insan şekillenmelerinin varlığına ihtiyaç duyar. Canlı olmanın getirdiği dürtüler uzayı ve zamanı parçalar. Dürtülerin etkileşimi ile oluşan bu parçalanma, varoluşu düşünülebilir yani anlaşılır kılar ve insanı kendini sorgulayan bir varlık haline getirir. Kendi penceremden görüp formüle ettiğim ağ teorim ile bu sorgulamaya katkıda bulunmaktayım. Geliştirdiğim "bitişiklik ve etkisellik" önermemde, insanın, egolarla biçim bulan bir yapıyı bu sorgulayıcılığına rağmen ironik bir şekilde yasallaştırarak "dizin"i esnetip bozduğunu vurgulamaktayım.
			Canlı olmanın getirdiği dürtüler uzayı ve zamanı parçalar. Dürtülerin etkileşimi ile oluşan bu parçalanma, varoluşu düşünülebilir yani anlaşılır kılar ve insanı kendini sorgulayan bir varlık haline getirir. Kendi penceremden görüp formüle ettiğim ağ teorim ile bu sorgulamaya katkıda bulunmaktayım. Geliştirdiğim "bitişiklik ve etkisellik" önermemde, insanın, egolarla biçim bulan bir yapıyı bu sorgulayıcılığına rağmen ironik bir şekilde yasallaştırarak "dizin"i esnetip bozduğunu vurgulamaktayım. Birbirini geliştirip destekleyen sıralı öğeler tablosu olarak günlük dile tercüme edebileceğimiz "dizin"in üyeleri yani bireyler, dizin üyeleri olmaları sebebiyle kendilerine has misyonlara sahiptir. Ancak, bu misyonların gerektirdiği davranışlar belli bir hareket alanına ihtiyaç duyar ve bireyler birbirlerinden uzaklaşır, toplum dediğimiz oluşum ortaya çıkar.
			Birbirini geliştirip destekleyen sıralı öğeler tablosu olarak günlük dile tercüme edebileceğimiz "dizin"in üyeleri yani bireyler, dizin üyeleri olmaları sebebiyle kendilerine has misyonlara sahiptir. Ancak, bu misyonların gerektirdiği davranışlar belli bir hareket alanına ihtiyaç duyar ve bireyler birbirlerinden uzaklaşır, toplum dediğimiz oluşum ortaya çıkar. Toplum içinde bazen kalabalık ve kargaşa kesitleri sunan dizin üyesi bireylere ait kimi uzuvların aşırı hareket halinde olup birey egosunu zirveye taşıdığı görülebilir. Kimi bireylerde kimi uzuvlar ise körelmiş, yer bulamamış ya da daha baskın olan bir başka birey uzvu tarafından yok edilmiştir, ezilmiştir. Bunu bertaraf etmek adına ihtiyaç duyulan yeni alanları açmaya yeltenmek, bütün dengeyi yani toplumu ortadan kaldırır çünkü mevcut hal çerçevesinde bireyler aralarında dinamik bir "ağ" kurmuşlar ve birbirleri sayesinde işlev görmektedirler. Bu zorunlu asimetrik bitişiklik ve etkisellik sonuçta saf realiteyi, doğanın gerçekliğini örter ve tüketir.
			Toplum içinde bazen kalabalık ve kargaşa kesitleri sunan dizin üyesi bireylere ait kimi uzuvların aşırı hareket halinde olup birey egosunu zirveye taşıdığı görülebilir. Kimi bireylerde kimi uzuvlar ise körelmiş, yer bulamamış ya da daha baskın olan bir başka birey uzvu tarafından yok edilmiştir, ezilmiştir. Bunu bertaraf etmek adına ihtiyaç duyulan yeni alanları açmaya yeltenmek, bütün dengeyi yani toplumu ortadan kaldırır çünkü mevcut hal çerçevesinde bireyler aralarında dinamik bir "ağ" kurmuşlar ve birbirleri sayesinde işlev görmektedirler. Bu zorunlu asimetrik bitişiklik ve etkisellik sonuçta saf realiteyi, doğanın gerçekliğini örter ve tüketir. Eserlerin yaratımında, toplumsal baskı ve hoyratlıkları geometrileştirme arayışları mevcuttur. Bu arayışlar sonucu obje kenarları halinde görüntü kazanan matematiksel patlamalar daha önce hiç yapılmamış bir cüretle hesaplayıp denediğim uygulamalardır. Gördüğüm toplum-birey yapılanmasını konstrüktif bir anlayışla ve teknik bakımdan geleneksel bir tavırla resmederken, renk olarak kabul edilmeyen beyazı vahşi bir şekilde uygulayarak, genel kanaatlerin ne kadar aksi tarafında bir yerlere ulaşmış olduğumu iletmekte, önermem kapsamındaki resimlerim.
			Eserlerin yaratımında, toplumsal baskı ve hoyratlıkları geometrileştirme arayışları mevcuttur. Bu arayışlar sonucu obje kenarları halinde görüntü kazanan matematiksel patlamalar daha önce hiç yapılmamış bir cüretle hesaplayıp denediğim uygulamalardır. Gördüğüm toplum-birey yapılanmasını konstrüktif bir anlayışla ve teknik bakımdan geleneksel bir tavırla resmederken, renk olarak kabul edilmeyen beyazı vahşi bir şekilde uygulayarak, genel kanaatlerin ne kadar aksi tarafında bir yerlere ulaşmış olduğumu iletmekte, önermem kapsamındaki resimlerim. 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				