Konu aslında "Fallen Astronaut" (yitik astronot) adı verilen 3,5 inç (8,89 cm) boyundaki alüminyum bir heykelciğin, yanında bir plaka ile birlikte Ay'a bırakılması ve bunu izleyen soruşturmalar ve tartışmalar zinciri ile başlar. Bugün için bilmiyoruz fakat muhtemelen, özel sektörün de uzay çalışmalarında artık yer almaya başlaması ile birlikte NASA konuya ön alma ihtiyacı içine girmiş ve ilk olarak Uluslararası Uzay İstasyonu için bir sanat eseri üretilmesi üzerine çalışma başlatılması istenmiştir. Bu ve varsa bilmediğimiz diğer projelerin sonuçları açıklanmış değil fakat sanat dallarında faaliyet gösteren birçok isim kendi fikirlerini geliştirip peşi sıra kamuya açıklamaya başlamış durumda.
Günün sonunda hangi sanatçıların böyle bir gururla neye göre onurlandırılacakları ve buna kimin hangi yetki ile karar vereceği son derece haklı tartışmaları beraberinde getirecektir. Elbette ki her sanatçı kendisine ait bir eserin veya fikrin Dünya dışına taşınan eser nitelikli ilk obje olmasını arzu eder. Bunu başarmak için kıyasıya bir rekabet izleyebiliriz de.
Peki, bireyler prosedürleri aşıp kendiliklerinden böyle bir girişimde bulunabilirler mi? Bunun önünde engel yok. Ticari bir ürün modelini uzaya gönderme özgürlüğünün savunulmuş olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, eleştirilecek bile olsa bir sanatçının da uzaya eser göndermek için girişimlerde bulunma özgürlüğü vardır. Uluslararası düzenlemeler sebebiyle yörüngeye, maliyetler sebebiyle de bir gök cismine bugün için yerleştirilemeyecek olsa da, eser en azından uzayda bir kütle çekimine kapılana ya da bir göktaşı kendisine çarpana kadar ilerleyecektir. Dünya'dan uzaklaşan, kimsenin görmeyeceği bir şeyin eser olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği sorgulanabilecek olsa da, sanat camiasının bir kısmı hiçlikle ya da boşlukla konuşmayı sanatçıya ait haklı bir tavır olarak görmekle yetinecektir. Bu gibi muhtemel tartışma konularına örnekler çoğaltılabilir.
Ancak, bu konu başlığını açarkenki amacım ne kişiler bazında yorum yapmak ne de süren tartışmalara değinmek. Benim zihnimde belirginleşen ve paylaşmak istediğim konu, daha çok bu gidişatın genel bir eleştirisi ve dostlarımla da yaptığım tartışmalarda ortaya çıkan argümanların internette konuyla ilgili sayıca henüz pek bir içerik olmasa da mevcutlar içinde üstü kapalı şekilde ortaya konan eleştirel ifadelerle oldukça paralel olması. Yani doğru bir yoldayız.
Öyle ya da böyle, sanat olarak tanımlanan her bir şey zaman ile kaimdir. Bahsedeceğim sürecin temelinde insanın algısındaki değişimin olduğu da söylenebilir fakat sonuçta bunu da tanımlayabilmek için zaman denen ölçüyü kullanırız. Bir zaman kesitinde bir coğrafyada herhangi bir anlam bulan herhangi bir obje başka bir zaman kesitinde veya başka bir coğrafyada alelade bir obje olarak addedilebilir. Kralların ve imparatorların heykelleri dikilirken sanatsal değerlerinden çok, onların halkın ve yabancı elçilerin üzerinde yaratacağı etki ön plandaydı. Resimleri yapılırken onu bir sanatçı da yapsa, onun üretilmesindeki dürtülerin ağırlığı sanat çerçevesinin dışında kalan öğelerdi. Oysa bugün, bunların içinde sanatsal değeri olanlar ayrı birer anlam taşıyorlar. Benzer şekilde bugün sanatsal açıdan son derece değerli bulunan bir poster, geçmişte çoğu insan için sokakta asılı, sadece duyuru taşıyan herhangi bir kağıt parçası olarak kabul edilmiş olabilir. 50 sene önce çekilmiş bir fotoğraf o gün, ilgili olayın ya da kişinin bir anlık görüntüsü olarak birkaç saniye izlemekle geçilirken bugün kadrajından, ışığından ya da başka bir sebepten dolayı bir sanat eseri olarak kabul edilip dakikalarca ya da sık sık izleniyor ya da çeşitli tasarımlara veya fikirlere kaynak teşkil ediyor olabiliyor. Eski insanın tamtamları, ses veren çalgılarından çıkan sesler o gün onu üreten kişiler birer sanat icra etseler de toplumun geneli için daha ziyade yaşamın ya da ritüellerin birer parçası olarak algılanıyordu. Bugün ise, biraz da modern metot ve yöntemlerin de eklenmesiyle başlı başına birer sanat eseri olabiliyorlar, diğer eserlere ilham olabiliyor, eski insanın gayelerinden farklı amaçlarla kısmen ya da baştan sona defalarca dinlenebiliyorlar. Böyle düşünüldüğünde, insanın zamanı tüketme peşinde olduğu, ancak bir süre sonra yaşadıklarının anlamını daha iyi kavradığı söylenebilir. Tıpkı anılar gibi; hiçbirimiz anılardaki süjeleri ve objeleri o gün bugünkü gibi algılamıyorduk.
… ve bu kazanımlar takip eden nesillerin dağarcığında biriktikçe bireyler önce kendi toplumlarındaki diğer bireylerin ürettiği estetikleri ve güzellikleri, zamanla da iletişim hâlinde oldukları diğer toplumlardakileri anlamaya başladı. Kademe kademe zayıflıyor olsa da bu zincir dünyanın bilinen bir ucundan diğer ucuna kadar uzanıyordu. Giderek flulaşmaya başlayan yerellik ve zamansallık bugün artık insanoğlunu parça parça ortak bir bilince ulaşmaya doğru yöneltmiş durumda. Tabii ki, popüler sanat ve tüketim toplumunun getirdiği mekanizmalar da birbirinden uzak toplumları ve bireyleri görsel ve işitsel öğelerin sürekli tekrarı yoluyla birbirlerine yakınlaştırmıştır. Fakat asıl olan faktör, bireylerin komşu şehirlerdeki, komşu bölgelerdeki, komşu ülkelerdeki ve giderek daha öte coğrafyalardaki toplumları ve o toplumların hayat öğelerini özellikle son birkaç yüzyıldır giderek artan bir şekilde arada başka bir otorite ya da kimse olmaksızın, doğrudan tanıyor olmalarıdır. Bu şekilde, geçmişte bir kıtadan diğerine gidip gelen tüccarlar yoluyla gerçekleşen kısıtlı global etkileşim zamanımızda eşyaların alışverişi ile sınırlı olmaktan çıkıp kavramsal nitelikleri ve hatta düşünüş şekillerini içerecek kadar genişlemiş hâle geldi.
Konu başlığımıza dönersek… Bir uzay aracının finansörleri ya da ortakları aracın içine ya da etrafına istedikleri malzemeyi koyabilirler. Bu sadece ilgili misyonlardaki personelleri ilgilendiren bir durum olacaktır. Onun sanat eseri olup olmadığı ise, tabii ki düşünsel bazda gelecek eleştirilere açık olacaktır, tıpkı yeryüzeyindeki her sanat eserinin tartışıldığı gibi. İnsanlık bundan da bir şeyler öğrenecektir.
Fakat bunun dışında, eğer devletlerin hükümranlık alanı genel anlamda yeryüzünün 100 kilometre yüksekliğinde bitiyor ve bu sınırın ötesi insanlığın ve tüm canlıların ortak mirası ve mülkü kabul ediliyorsa ve uzaya atılan adımlar bütün insanlık için atılıyorsa, buraya bir sanat eserinin taşınmasında insanın yukarıda özetlemeye çalıştığım gelişim sürecinin göz önüne alınması beklenir. Yüz yıl öncesinden farklı olarak bugün, aklını kullanan ve vicdan sahibi her birey, insanın gelecekte nasıl bir bilince sahip olacağını az çok görebilir. Savaş, sömürü, ırkçılık gibi medeniyeti sekteye uğratacak her ne gelişme yaşanacak olursa olsun, insanoğlunun bu gelişimi uzun vadede değişmeyecek ve devam edecektir.
Dolayısıyla, bir gök cisminin yüzeyinde ya da bir yörüngede görünmesi istenecek bir şeyin gelecek nesillerin de kabulleneceği, içselleştireceği bir anlam taşıması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Aynı şekilde; şu an yeryüzünde yaşayan her insanın, gelecek nesillerin nede nasıl motive edici bir anlam görmek isteyeceklerinin farkında olması ve buna uygun atılacak somut adımları onaylıyor olması da gerekir. Çünkü, tekrar edecek olursak, devletlerin sınırları dışında kalan her yer evrende var olan her canlıya aittir. Hiç kimsenin kendi düşünce, kanaat, öngörü ve inançları doğrultusunda kalıcı izler bırakmaya hakkı yoktur.
Durum böyle iken, bugün birçok kültür birbiriyle uyumlaşmış olsa da, çeşitli sebeplerle sanatta hâlen ortak bir dilin oluşamadığı alanların mevcut olduğunu dürüstçe kabul etmek de gerekir. Bunların üstesinden gelebilmek için, tarih boyunca devam ede gelen sanatın olgunlaşması ve dilinin tüm insanlar tarafından anlaşılabileceği bir atmosfere kavuşulması sürecini tamamlamamız gerekiyor. Ayrıca farklı branşların müdahaleleri, sanatın toplum yaşamına her alanda ulaşabilmesinin önünde engel de olmaya devam ediyor. Üstelik, tüm diğer karşıtlıkları göz ardı etsek bile, örneğin aramızdan Sentinel'e orayı değiştirmek cüretiyle gitmeye kalkışan bir grup insanın çıkabilmesi, insanoğlunun belli bir olgunluğa ulaşmada henüz alacak çok yolunun olduğunu gösteriyor.
Söz ettiğim koşullara uygun hareket edilip sorunların da üstesinden gelinmiş olunsa dahi, uzaya gönderilecek eserin ya da eserlerin kendileri ile ilgili çok önemli bir soru var ki, cevaplanması bir hayli güç. Çıkan fikirlerden öyle görünüyor ki; evrimi dünya şartları altında şekillendiği için, insanın dünyada yaptığını uzaya yakıştırma gibi bir eğilimi var çünkü Dünya'da üretmeye programlanmış durumdayız. Ama yine de düşünebiliyor. Fakat düşünebilse de, örneğin uzayda nasıl bir formun ya da anlayışın sergilenebileceğini düşünürken Dünya'nın yerçekimi gibi sebeplerle yapılamayan hangi uygulamaların orada yapılabileceği üzerinden hareket ederek birtakım fikirler ortaya atmak gibi sanatsal açıdan anlamsız ve ancak milyon tane insanın zihnini boş yere meşgul etmekten öteye geçemeyen davranışlarda bulunabiliyor. Bu, dünyada yapılan bir ürünün ancak uzayda yapılacak bir pazarlamasından başka bir şey ifade etmez.
Bugün bilim insanları ve bilime gönül verenler için uzay ve uzay araştırmaları salt merak duygusundan kaynaklanan araştırma ve öğrenme dürtülerinin ötesine geçip hayatın en önemli bir parçası hâline gelmiş durumda. Bunu, bir uzay aracı başarı ile görevine başladığında kendi çocuklarının başarılarına sevinir gibi sevinildiğinde, görev süresini tamamladığında ise yakınlarını kaybetmiş gibi üzüldüklerinde açıkça gözlemleyebiliyoruz. Buradaki başarılar genişleyip faaliyetlerdeki imkânlar ve ihtiyaçlar toplumların diğer kesimlerinin de dâhil olacağı şekilde yaygınlaştıkça uzay, her insanın kendisi fiziksel olarak orada olmasa da Dünya'da sürdürüyor olduğu yaşantısı kadar güçlü bir hayat bileşenine dönüşecek. Ancak ve ancak o zamanın insanı, dünyada yaptığını uzaya yakıştırma içgüdüsünden doğal yollarla uzaklaşmaya başlamış olacaktır.
Uzak gelecekte de olsa başarıldığında gezegenlerde kurulmuş yerleşimlerde yaşayan insanlar, öngörü sahibi herkesin kabul edeceği üzere, Dünya'dakilerden farklı apayrı bir anlayış ve yaratıcılık içinde olacaklardır. Bu öngörü tamamen yanlış bile olsa, en azından renkler ve formlardaki estetik anlayışı, hatta kullanım alanları ve dolayısıyla biçimsellik asla bizimkilerle aynı olmayacaktır. Yaratıp haz alacakları süjelerin yeryüzündeki yansıması da bambaşka olacaktır. Zira türümüzün yaşadığı doğa şartları ve üzerine sinen duygular üzerinden geliştirdiği birtakım değerler var. Yaşamsal birtakım kaynaklar var. Bunların üzerinde yükselen moral ve görsel lisan asla aynı olmayacaktır.
Tüm bu düşüncelerimden, böyle bir projeye karşıt olduğum kanaati çıkabilir. Aslında tam tersi. Planlamasından son uygulama anına kadar tüm bunları kabullenen bir anlayış içinde yeryüzündeki en geniş katılıma ve onaya sahip olmakta ve on yıllar sonrasının insanlarını en derin ön görüşler ışığında projelendirildiği kanaatine ulaştıracak iyi niyetlerle gerçekleştirilmesinde gelecek açısından büyük faydalar olacağını öne sürüyorum.
Tarih, bir kısım insanın öne alınacak hedeflerde diğerlerini aynı çizgiye gelmeye ikna etmeden ya da onları yok varsayarak veya zorla dayatarak attıkları adımlardan dolayı çekilen acıların örnekleriyle dolu. Bunun tersi durumlarda ise medeniyet bazen yerelde bazen bölgesel olarak büyük ilerlemeler katetti. Çıkarmamız gereken dersleri iyi görmemiz, görmekle de kalmayıp o dersleri gerçekten çıkarmamız gerekir. İnsanoğlu kurumsal ve bireysel cesametin ve başarıların şımarıklığına kapılmak ya da bitmek tükenmek bilmeyen talepleri karşılama dürtüsüne yenilmek yerine, önündeki problemler üzerinde çalışmaya, bilimin ve aklın herkes için tek çıkış yolu olduğunu ortaya koymayı sağlayan verileri küresel çapta paylaşmaya ve bu bilginin her bireye ulaşabilmesi için çaba göstermeye devam etmelidir.